Faşizm, Yeni Rejim ve Kestirme Yol

by Şemseddin Aziz

meral-aksener-aday-oldu-mu-kemal-kilicdaroglu-son-dakika-haberi-jpg42h99MK0

Seçim kazanması muhtemel adaylar rejime peşin peşin bağlılık yemini ediyor; rejimin reisi ise bu adayları çeşitli yollarla tehdide devam ediyor. Ama muhalefetin stratejisi şu: iktidardaki ittifaka en yakın adayı destekleyerek faşizmi durdurmak/geriletmek. Eğer muhalefet adaylarının ve muhalif parti liderlerinin rejimi geriletmek gibi bir niyeti yoksa, faşizmi nasıl durdurmayı düşünüyorlar? Amaçlanan şöyle bir tablo: birkaç önemli yerde zafer kazanılırsa (i) böylesi bir zafer öncelikle hakim sınıf arasında iktidara yönelik huzursuzluk yaratacak; (ii) bu huzursuzluk devlet içinde kritik konuma sahip bürokrat kadrolarını (özellikle de güvenlik bürokrasisini, ki buna başta Ordu’yu dahil ediyorum) harekete geçirecek; (iii) böylece faşizmin vurucu güçleri arasındaki uyum bozularak bir denge durumunu beraberinde getirecek; (iv) benzer bir denge bürokrasinin diğer kademelerinde de oluşma eğilimine girebilecek. Bütün bunlar rejimin reisini tehdit eder hale geldiğinde, reis iki seçenekle karşı karşıya kalacak: ya ittifak unsurlarının aşırı-sağcı/şahin kısmından kurtularak üstündeki yükü atacak ve yeni rejim faşizmden arındırılacak, ya da yerini yumuşak bir geçişle başka bir “figüre” bırakmak üzere bir geçiş sürecine girilecek; bu esnada siyaset görece normalleşecek, baskı ortamı rahatlayacak, vs.

Halbuki faşizmi ülkede müesses kılan iki önemli uğrak yaşanmıştı ve ikisi de yeni rejimin kurulmasıyla ilgiliydi: 1. 2014 CB seçimleri; 2. 2017 Referandumu. 2015 seçimleri ve 2 seçim arası dönem faşizmi iktidardaki ittifakın asli bir unsuru haline getiren dönemdi elbette; ama bunun o siyasal koşullar dahilinde mümkün olması yeni rejimin kuruluşu esnasındaki kaderine de bağlıydı. Örneğin Haziran 2018 seçimleri yeni rejimin (ve onda temsil olunan faşizmin) gücünü ve sınırlarını test etme imkânı bulduğu ve başarılı olduğunu gördüğü bir uğrak oldu. Kimi seküler hassasiyetlerine rağmen AKP’ye sağdan muhalefet eden şovenist İYİP’in MHP karşısında geride kalması (%11.1 v %10) ve bunun iki ittifak arasında geçen yarışı Millet İttifakı lehine çevirememesi; Muharrem İnce’nin yürüttüğü (muhalefet standartlarıyla düşünürsek) oldukça parlak ve dengeli kampanyanın seçim sonuçları itibariyle beklentilerin altında kalması; Demirtaş’ın rehin alınarak kampanya esnasındaki etkisinin minimumda tutulmak istenmesinin seçmende ters bir etkiye yol açmaması — bu ve benzeri sebepler 2018 seçimlerinde faşist ittifakın girdiği testten başarılı bir şekilde çıkmasına zemin oluşturdu.

Fakat bu yalnızca seçmen karşısında yapılmış bir test değildi; faşist ittifak bu seçim sonuçlarıyla aynı zamanda hakim sınıfların ve bu sınıflarla doğrudan ilişki içerisindeki bürokratik kadroların da onayını aldı. 2018 CB ve genel seçim öncesi kampanyalarının 2019 yerel seçim kampanyasına göre bir nebze daha az taraflı bir bürokrasi tarafından izlenmiş olması özellikle de CB seçimi konusunda muhalefete az da olsa bir ışık veriyor, bu ışık faşizmi koruyan benim 10 Haziran Cemiyeti dediğim vurucu güçlerin güvenlik bürokrasisi tarafından dengelenmesi ihtimalini ortaya çıkartıyordu. Dolayısıyla 2018 seçimi faşizme karşı geniş bir birliği belli ölçülerde anlaşılır ve rasyonel kılmıştı; bu uygulanabilir bir strateji olabilirdi, zira faşizm 2017 Referandumu ile yeni rejimin karakterini belirleyici bir unsur haline geldiyse de, 2018 seçimlerine giden yolda halen kırılgan durumdaydı. 2018 seçimlerinden tartışmasız bir zaferle çıktı, ama daha da önemlisi yeni rejime hiç olmadığı kadar meşruiyet kazandırdı. Zaten faşizmin fonksiyonu da bu değil miydi?

Şimdi seçimlerle birlikte benimsenen muhalefet stratejisinde faşizmin geriletilmesi/durdurulması “vazifesi” ile yeni rejimin kapasiteleri karşısında devreye girmesi gereken sol muhalefet birbirinden keskin bir şekilde ayrıştırılıyor. HDP de bu yeni stratejinin belirlenmesinde kritik bir role sahip durumda. Bu noktada sormak gerekiyor: Bu seçim sonuçları olabilecek en olumlu tabloyu da yansıtsa, hakim sınıfın belli bir fraksiyonunun desteği ve çeşitli bürokratik kadroların varlığı sayesinde toplumsal güçler arasındaki (faşist) dengesizlik durumu bir çeşit (liberal) denge durumuna aktarılabilir mi? Daha önemlisi, bu denge durumu ancak faşizmle kurulabilmiş ve faşizm sayesinde meşruiyet kazanabilmiş ve belirsiz bir gelecekte sırtından o kamburu atmak isteyecek olan yeni rejimle herhangi bir hesaplaşma içine girebilir mi? Ve nihayet, bu yeni rejimin yönetiminde mevcut siyasal elitler, belki şahinler değil ama başta reis ve çevresi, ne ölçüde tasfiye edilebilir veya, daha açık sormak gerekirse, edilebilirler mi?

Belki de “düzen siyaseti” ile ilgili tartışmayı bu çerçevede ele almak gerekiyor. Görünen en kısa yolun seçilecek en doğru yol olmayabildiğinin defalarca kanıtlandığını unutmadan.